31.07.2016 Pazar
ASTSUBAY Ferhat Daş'ı intihara sürükleyen dakikaların görüntüsünü izlediniz mi?
Ben dehşet içinde izledim.
15 Temmuz darbe gecesi Sabiha Gökçen Havaalanı’nda yaşanıyor. Güvenlik kameralarının yakaladığı görüntüler...
Gizli operasyon tatbikatı diye kandırılarak kışlasından ‘göreve’ çıkarılmış bir tankta cereyan ediyor.
Tatbikata değil kahpe bir oyuna getirildiklerini hangi safhada çözdü içindekiler, bilmiyoruz.
Tanıklıklara bakılırsa son bir saatte. Ondan önce ağzına kadar top ve mühimmat yükledikleri tankla aslında bir darbe kalkışmasına katıldıklarından habersizler.
Fakat şurası kesin, komutanı vur emri verdiğinde astsubay Daş olayın boyutlarını bittamam anlıyor.
Ne yapacak, emre uyup kalabalığın üstüne ateş mi açacak?
Saniyeler içinde kararını veriyor, halka ateş açmayacak, namusuna emanet edilen namluyu milletine doğrultmayacak, kardeşinin kanına girmeyecek.
“Ben vatan haini değilim” diye bağırıyor, karşı geliyor komutanına.
Ölümle tehdit ediliyor, yine de reddediyor bu korkunç emre itaati.
Ölümse ölüm diyerek, beylik tabancasını çekip alttan kendi çenesine dayıyor ve gözünü kırpmadan tetiğe basıyor.
Görüntülerini izleyip hikâyesini okuduğumda tüylerim ürperdi.
Yıllar evvel hatmettiğim incecik bir kitaptan beynime saplanan fişekvari bir cümleyi hatırlattı bana.
Kitabın adı “Bir Şizofren Kızın Güncesi”ydi. Vardır belki gözüne ilişenleriniz, simgesel sağaltım tekniğinin labirentlerinde geçen sarsıcı bir hikâye.
Sözünü ettiğim cümle ise kasabadaki hapishanenin kalın duvarlarına çarparak yankılana yankılana dışarıya taşan bir feryattı. Haksız yere yatan bir mahkûmun feryadı...
“İşlemediğim bir suçla itham ediliyorum, yetişin!..” diye bağırıyordu.
Bağırmak ne kelime, yeri göğü inletiyordu.
Haksızlığa, gadre uğramış bir mazlumun iç paralayıcı ah’ı, arşa ulaşan isyanı değilse neydi insanı delip geçen bu cümle?
Sanki kitapta okumamışım da hapishaneye çıkan o caddenin başında durmuş, kulaklarımla duymuşum gibi...
O gün bugündür kulaklarımdan gitmiyor o feryat.
Ferhat astsubayın komutasındaki tankta intihar etmeden hemen önce ağzından dökülen son cümleyi de sanki orada, hazirun arasında canlı canlı dinlemişim gibi hissettim.
Arşı bilmem ama yüreğimi titretti.
“Ben hain değilim” çığlığı ta kulaklarımda çınladı.
İşlemediği, işleneceğinden haberdar dahi olmadığı bir suça bulaştırılmak istendiğini haykırıyordu.
Kendini feda etme pahasına, karışmayı şiddetle reddettiği bir suç...
Ferhat astsubayın kaybı elem verici, çığlığı bugün gibi hep kulaklarda kalacak.
Emsalsiz bir kahramanlıktı yaptığı.
Fakat tatbikata gelip işin aslını öğrenince farklı direniş yolları seçen başka yiğit askerler de var.
Onların sessiz çığlıklarını da unutmayalım, unutturmayalım.
Hepsinin fedakârlıkları eşsiz, üstümüzdeki hakları çok büyük.
TEMİZ BİR SAYFA ZAMANI
CUMHURBAŞKANI Erdoğan büyüklük gösterdi, açtığı hakaret davalarını bir kereliğine geri çekti.
Son zamanlarda aldığım en iyi haberdi. Geleceğe dair umutlarımı arttıran bir af...
Hakareti hak gördüğüm için değil, hiçbir koşulda mazur saymıyorum.
Fakat Türkiye bu helalleşmeye hasretle ihtiyaç duyduğu için umutlandım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ayrıca çok yakıştırdım. Aynı kucaklaşmayı muhaliflerinden de bekliyorum. Umarım karşılıksız bırakmazlar.
Güttüğümüz tüm siyasi kan davaları için sonun başlangıcı olsun bu bağışlayıcılık.
HURRİYET